Batı Karadeniz' in ayakta kalan tek antik kenti olan Düzce' nin tarihi M.Ö. 1390 - 800 yılları arasında hüküm süren Hitit (Eti) medeniyetine kadar uzanır. Düzce ve çevresi 15. yüzyıldan beri bilinmektedir. Bilhassa Evliya Çelebi' nin Seyahatname' sinin ikinci cildinde Düzce' deki bit Tuz Pazarı' ndan bahsetmektedir. Düzce' nin tarihini dört zaman döneminde ele alabiliriz;
Eski Zaman Bitinyalılar Devri : Bu dönemde Düzce hemen hemen ortada yoktu. Ancak Prusyas (Üskübü) mevcuttu. Düzce ise düz ve geniş bir ova hatta bataklıklar halinde, Bitintyalıla' ın oturdukları yerlerin doğusunda kalıyordu. ,
Roma ve Bizans Devri : Prusyas (Üskübü) ile birlikte Düzce ovasında çok geri durumda iken Bitiuyoji Nikomed, Romalılara vasiyet ederek hayata gözlerini yumdu. III. Nikomed' in oğlu Filmostan' dan sonra ise Bitinya bir süre tamamen Romalıların idaresi altına kaldı. Düzce' nin bu zamanki hali I. devreye göre biraz daha gelişmeye yüz tutmuş görünüyordu. Bitinyalılar devrinde bataklık halinde bulunan Düzce Ovası Romalılar zamanında ıslah edilerek ziraat için daha elverişli bir hale getirildi ve yavaş yavaş iskan edilmeye başlandı. Romalılardan sonra bu bölge Bizanslıların hakimiyetine geçti. İşte Düzce' nin gelişmesi, parlaması bu devrenin son zamanlarına rastlar.
Osmanlılar Devri : Osmanlı İmparatorluğu zamanında Orhan Gazi' nin komutanlarından Konuralp Bey 1323 tarihinde burayı Bizanslıların hakimiyetinden kurtararak imparatorluk topraklarına kattı. Düzce' nin Konsopa adını alması bu devirdedir. O zaman ilk ilçe merkezi Gümüşabadı' dır. Daha sonra ilçe mekezine Üskübü denildi. Merkezide Prusyas (Üskübü) idi.Düzce bu sıralarda ticaret ve arazi bakımından Üskübü' yü ve ilk ilçe merkezi olan Gümüşabadı' yı gölgede bırakacak şekilde gösterdi. 1871 yılında ise ilçe merkezi Düzce' ye nakledildi.
Cumhuriyet Devri : Bu devirde her yerde olduğu gibi büyük bir gelişme gösteren Düzce Türkiye' nin en işlek ve zengin ilçesi oldu. D-100 karayolu ve TEM otobanının geçmesiyle ulusal ve uluslar arası boyutta gündeme geldi. 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 depremlerinden sonra kısa sürede yeniden kalkınabilmesi için 9 Aralık 1999 tarihinde 81. ilimiz oldu.

Bu içeriği yazdırmak için tıklayın... Yazı tipini küçültmek için tıklayın. Yazı tipini büyütmek için tıklayın.
Tarihi ve Coğrafi Yapısı
Batı Karadeniz’in ayakta kalan tek antik kenti olan Düzce’nin tarihi, M.Ö. 1390-800 yılları arasında hüküm süren Hitit (Eti) Medeniyeti’ne kadar uzanır. Düzce ve çevresi 15. yüzyıldan beri yerleşim alanıdır. Bitinyalılar devrinde Prusias (Konuralp)’de yerleşim yeri mevcuttu. Bugünkü Düzce’nin kurulu olduğu alan bataklık haldeydi. Roma ve Bizans devrinde son kral IV. Nikomedes’in vasiyeti gereğince M.Ö. 74 yılında Roma İmparatorluğuna devredilmiştir. Bitinyalılar devrinde bataklık halinde bulunan Düzce Ovası, Romalılar zamanında ıslah edilerek ziraat için elverişli hale getirilmiştir. Romalılardan sonra bu bölge Bizanslıların eline geçti. Düzce’nin gelişmesi Bizanslılar devrinin son zamanlarına rastlar.
Orhan Gazi’nin komutanlarından Konuralp Bey’in Bizans Tekfurları ile 1323’te yaptığı savaşlar sonucu Osmanlı topraklarına katıldı. Düzce’nin Konsapa adını alması bu devrededir. O zamanki yerleşim merkezi Gümüşabadı’dır. Daha sonra ilçe merkezine Üskübü denildi. Yerleşim merkezi de Prusias (Üskübü) bugünkü Konuralp kasabası idi. Düzce bu dönemde, ticaret ve arazi bakımından ilk ilçe merkezi olan Gümüşabadı’yı gölgede bıraktı. Bu nedenle 1871 yılında yerleşim yeri Düzce’ye nakledildi. 1869 yılına değin Kastamonu Vilayeti Bolu Mutasarrıflığı, Göynük Kasabası’na bağlı bir bucak olarak tarihte yer almıştır. 1869 yılında ise Bolu Sancağı’na bağlı Kaza olmuştur.
1999 yılında 17 Ağustos ve 12 Kasım depremlerini yaşayan Düzce, 1’i yeni 7 ilçenin bağlanmasıyla 09.12.1999 gün ve 23091 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 584 sayılı KHK uyarınca il olmuştur.
İl toprakları, kıyı kesimi dışında ortası çukur, çevresi dağlarla kuşatılmış alanlardan oluşur. Kuzey kesimde Akçakoca Dağları, doğu kesimde Bolu Dağları, güneydoğu ve güney kesimde de Abant Dağları’nın batı uzantıları yer alır. Düzce’nin denizden yüksekliği 150 metredir.
Orta kesimdeki çukur alanda tarımsal üretim açısından büyük önem taşıyan Düzce Ovası yer alır.
İlin başlıca akarsuyu Melen Çayı’dır. Akçakoca Dağları’ndan doğan bu akarsuyun Melen Gölü de denilen Efteni Gölü’ne kadarki bölümü Küçük Melen Çayı, bu gölle denize döküldüğü Melenağzı arasındaki bölümüne de Büyük Melen Çayı adı verilir. Tarım alanlarının sulanması ve bu alanların taşkından korunması amacıyla Küçük Melen Çayı üzerinde yapılan Hasanlar Barajı’nın tamamlanma tarihi 1972’dir. Hasanlar Baraj Gölü ildeki tek yapay göldür.
Düzce ili, Karadeniz Bölgesi’nin kıyı kesimlerinde görülen nemli ve fazla sert olmayan iklimin etkisi altındadır. Yıllık sıcaklık ortalaması 13,0 oC, yıllık toplam yağışların ortalaması 823,7 kg/m2 olup, ortalama nispi nem %75’dir. Düzce, doğal bitki örtüsü açısından zengin sayılan bir ildir. Kıyı kesimi maki ve yalancı makiler, kıyı ardındaki dağlar ise gürgen, kayın, kestane ve meşelerden oluşan ormanlarla kaplıdır. Düzce Ovası’nı kuşatan dağların alçak kesimlerinde geniş yapraklılardan, yüksek kesimlerinde ise karaçam, sarıçam ve köknarlardan oluşan ormanlar vardır.
.jpg)
Bu içeriği yazdırmak için tıklayın... Yazı tipini küçültmek için tıklayın. Yazı tipini büyütmek için tıklayın.
DÜZCE KÜLTÜR VE TURİZM POTANSİYELİ
Düzce, İklimi, zengin doğal kaynakları, bozulmamış çevresi, zengin tarihi ve kültürel varlıkları, yerel yaşam tarzı ve gelenekleri, coğrafi konumu nedeniyle ana pazarlara yakınlığı, bir üniversite kenti oluşu, genç ve dinamik nüfusu, alternatif turizme uygunluğu ve dört mevsim turizm imkanları ile bölgenin turist çeken merkezlerindendir.
Deniz Turizmi Akçakoca ilimizin denize açılan sahili olup; aynı zamanda Türkiye’nin de ilk turizm merkezlerindendir.35km.uzunluğundaki plajları, denizi, kumu, gün batımı, sivil ve dini mimarisi, tarihi Ceneviz kalesi, mağarası ile önemli turizm merkezlerdendir.
Antik Yerleşmeler Düzce İlindeki antik yerleşimlerin en önemli olanı “Prusios Ad Hypium” bir Roma dönemi kentidir. Düzce’nin Üskubü (Konuralp) beldesindedir. Konuralp Müzesi, Batı Karadeniz Bölgesinin en büyük Müzesindir. 12 Kasım 2003’de hizmete açılan müzede, bölgede hüküm süren medeniyetlerin özelliklerini gösteren, heykel, seramik, sikke koleksiyonları ile etnoğrafik eserlere ait 1788 Arkeolojik eser 456 adet Etnoğrafik eser ve 3837 adet sikke olmak üzere toplam 6081 adet tarihi eser bulunmaktadır.
Şelale Turizmi Düzce ili su kaynakları yönünden oldukça zengindir. Su kaynakları kendi bölgemizden doğar, kendi bölgemizden Karadeniz’e dökülür. Güzeldere Şelalesi en yüksekten akanıdır. (130m), Samandere Şelalesi (Tabiat Anıtı), Aydınpınar Şelalesi, Bakacak Şelalesi, Aktaş Şelalesi, Derinoba Şelaleleri, Sarıkaya Şelalesi, Kurugöl Şelalesi ve Kanyonu, Saklıkent Şelalesi, Konaş Şelalesi, Yoğunpelit Şelalesi, Gölormanı şelaleleri bulunmaktadır.
Yayla Turizmi Birbirinden güzel yaylalarda, yayla turizmi, gençlik turizmi, doğa turizmi, eko turizm, kamp turizmi, safari turizmi yapılabilir. Bu Yaylalardan Kardüz Yaylası kış turizmine adaydır. Topuk Yaylası ve Göleti, Sakarca Yaylası. Doruk(Sinekli) Yaylası, Kocayayla, Şehirliyayla, Odayeri Yaylası, Torkul Göleti Yaylası, Pürenli, Balıklı Yaylaları başlıca yaylalardır.
Golf Turizmi Gölyaka Kültür park’taki 790m2 lik saha 30.06.2007 tarih ve 26568 sayılı Resmi Gazete ile yürürlüğe giren ve Bakanlar Kurulunun 2007/ 12286 sayılı kararı ile Turizm Merkezi ilan edilmiştir. Golf turizmine adaydır.
Kano ve Rafting Turizmi Düzce İli Cumayeri-Dokudeğirmen Köyü yanından geçen Büyük Melen Nehri Raftinge elverişli 13 km. lik parkuru olması sebebiyle Türkiye'nin 3. büyük rafting sporlarının yapıldığı yerdır.
Mağara Turizmi Düzce Mağara yönünden oldukça zengindir. Yığılca’da Sarıkaya-Gökceağaç Mağarası, Aksu Mağarası, Çamlı Mağarası, Yağcılar Mağarası, bunlardan en büyüğü Sarıkaya Mağarası, Akçakoca’da Fakıllı Mağarası ve Yeni Mahalle Mağarası
Alternatif Göl Turizmi, Sportif Su Sporları, olta balıkçığı, kamp, karavan, piknik ve mesire turizmine yönelik göl ve göletler
Kurugöl, Topuk Yaylası Göleti, Efteni Gölü, Hasanlar Baraj Gölü, Karagöl, Torkul Yaylası Göleti, Dipsizgöl
Su Varlıklarımız Efteni Gölü ve Hasanlar Baraj Gölü önemli su kaynaklarımızdandır.
Efteni Gölü; Göçmen kuşların göç yolu üzerinde bulunan önemli ve ender merkezlerden biridir. Bünyesinde 35 tanesi kalıcı olmak üzere toplam 150 çeşit kuşa ev sahipliği yapmaktadır.
Hasanlar Baraj Gölü: Yığılca ilçemizde bulunan Hasanlar Baraj Gölü, yelken, kürek, göl bisikleti, piknik ve mesire alanı olaka değerlendirilmektedir.
Sağlık / Termal Turizmi Efteni ve Derdin Kaplıcaları.
lternatif Sportif Turizm Çeşitleri Atıcılık, Olta Balıkçılığı, Kamp, Karavan, Kaya Tırmanışı, Trekking, Binicilik, Kanyon Yürüyüşü, Rafting, Kuş Gözlemciliği, Flora-Fauna, oryantiring safari grupları kısaca turizmin her çeşidi yapılmaktadır.

Bu içeriği yazdırmak için tıklayın... Yazı tipini küçültmek için tıklayın. Yazı tipini büyütmek için tıklayın.
KASTAMONU VİLÂYET SÂLNÂMELERİNDE DÜZCE(1871, 1893 ve 1899) Prof. Dr. Mustafa KESKİN*
Salnâme, Farsça Sâl “yıl”, nâme ‘yazılı şey, kitap’tan ibaret birleşik bir kelime olup, yılda bir çıkan ve o yılın belirli konularla ilgili önemli olaylarını anlatan yıllık demektir. Sâlnâmeler genelde ülke, özelde şehir tarihinin değerli belgeleri arasında bulunmaktadır. 19. yüzyılın sonlarına kadar “Kadı Sicilleri” Osmanlı devlet ve toplum hayatının önemli kaynağı iken, bu tarihten itibaren sâlnâmeler önem kazanmıştır. Merkezî yönetim ile taşra yönetimi, yönetenler ile yönetilenler arasında bir iletişim kurulması, başta kamu görevlileri olmak üzere araştırmacıların da bu konularda bilgilendirilmesi amaçlanmıştır.
Düzce’nin de içinde bulunduğu bölge, çeşitli insan topluluklarının çeşitli dönemlerde yerleştikleri, kentleştikleri ve uygarlığa katkıda bulundukları bir coğrafya parçasıdır. Türklerin bölge ile tanışıklıkları 12. yüzyılın sonlarındadır. 1071 tarihli Malazgirt Zaferi’nden sonra Anadolu’da, doğudan batıya, bir takım gazi devletler kurulmuştur. Kurulan bu devletlerin en önemlisi Türkiye Selçuklu Devleti idi (1075-1310). Türkiye Selçuklu Devleti’nin ilk başkenti İznik, son başkenti de Konya olmuştur.
Türkiye Selçuklu Devleti’nin iç siyasetinde Oğuzların-Türkmenlerin iskânı, dış siyasetinde ise Doğu Roma yani Bizans İmparatorluğu ve vasalleri ile gazâ ve cihat sürekli öneme sahip olmuştur. 1048’li yıllardan itibaren Maveraünnehir-Horasan-İran ve bazen de Kafkaslar üzerinden Oğuzların-Türkmenlerin Anadolu’ya sürekli göçü ve adı geçen devletçe iskân edilişleri söz konusudur. Selçuklu Türkleri, Malazgirt Zaferi’nden on yıl sonra, 1081’de, Kostantıniyye kıyılarına ulaşmışlardır. Kostantıniyye adı, İstanbul’un gerçek kurucusu olan Roma imparatoru Konstantin’den gelmedir. İslâm coğrafyacıları bu ismi benimsemişlerdir.
1097’de başlayan, belirli aralıklarla devam eden Haçlı saldırıları, istilâları, Anadolu’ya büyük zararlar vermişse de, Selçuklu Türklerinin bu ülkede tutunmalarını önleyememiştir. Anadolu’nun yeni ve ebedî varisi olan Türkler, bu ülkeyi öyle benimsemişlerdir ki 12. yüzyılda Anadolu’ya “Türkiye” veya “Türkmenya” denilmeye başlanmıştır. Denizli-Afyon hattında, Karamık Beli denilen yerde, çağdaş Bizans kaynaklarının Miryakefolon adını verdikleri vadide, Malazgirt’ten 105 yıl sonra, 1176’da Doğu Roma İmparatorluğu’nun beli kırılmış, Anadolu üzerinde yeniden hâkim olma ümitleri söndürülmüştür. Oğuzların-Türkmenlerin Batı Karadeniz ile Marmara’nın doğusuna girişleri ve iskân edilişleri bu tarihten sonradır. Adı geçen bölge Türkiye Selçuklu Devleti’nin uc bölgesiydi. Uc bölgesinin özelliği de, kimseye ait bulunmaması, oraya girenlerin elinde kalan toprak parçası olmasıdır. Bölgenin tabiatı icabı burada birlikte yaşama sanatının bütün özellikleri sergilenmektedir.
Moğol işgal ve istilâsı, sonuçları bakımından farklı iki önemli gelişmeye sebep olmuştur. Türkiye Selçuklu Devleti bağımlı kılınmakla kalmamış, Anadolu, başkent Konya da dahil olmak üzere bütünüyle tahrip edilmiş, yağmalanmış, korku ve dehşet ülkeyi kuşatmıştır. Diğer taraftan bu istilânın önünden, yerleşik hayata mensup yüz binlerce Türk bütün mevcudatıyla Anadolu’ya sığınmış, bunlar Türkiye Selçuklu Devleti tarafından mevcut şehirlere ve uc bölgesinde iskân edilmişlerdir. O tarihlerde “Bitinya” olarak bilinen ve Düzce’nin de içinde bulunduğu bölge bu iskân ve muhaceretten nasibini almıştır. 13. yüzyıl Anadolu’su, denilebilir ki Moğolların yıktığı, İlhanlıların yeniden inşa ettiği bir ülke olmuştur. İlhanlılar Anadolu’daki parlak ve hâkim Selçuklu medeniyetinin potasında Müslümanlaşarak Türk kimliğine dâhil olmuşlardır.
13. yüzyılın son çeyreğinde Anadolu’da ve çoğunlukla uc bölgelerinde kurulan beylikler arasında ikisi vardır ki, Düzce’nin orta zamanlar tarihine ait hatıraları bu iki beyliğin tarihi içerisinde aranmalıdır. Bunlar merkezi Kastamonu olan Candaroğulları, Osmanlıların isimlendirmesiyle İsfendiyaroğulları Beyliği ile merkezi Bursa olan Osmanlı Beyliği idi. Bolu, Mudurnu, Üskübü, Göynük, Akçakoca, Karasu, Hendek, Akyazı, Adapazarı gibi yerleşim yerlerinin fatihleri olan Akçakoca Gazi, Abdurrahman Gazi, Kara Mürsel, Samsa Çavuş ve Konur Alp Gazi gibi komutanlar, Gazi Ertuğrul Beyin arkadaşları ve Gazi Osman Beyin yoldaşlarıydılar. Adı geçenlerden Samsa Çavuş’un kabri Mudurnu’da, Konur Alp Gazi’nin kabri Üskübü’de, Akçakoca Gazi’ninki de Kandıra’ya bağlı, Karadeniz’e nâzır Babadağı’nda bulunmaktadır.
Üskübü, vaktiyle Bitinya medeniyetinin önemli ve hareketli bir merkeziydi. Düzce-Akçakoca karayolunun 7. kilometresinde, Roma-Bizans devrine ait kalıntıları içeren tarihî bir kasabadır. Doğu Roma devrinde Düzce, Üskübü denilen yerdeydi. 14. yüzyılda kurulmaya başlanan Düzce, o tarihlerde fatihinin adıyla Konur Alp adını taşıyordu. 1871’e değin nahiye, bu tarihten sonra Bolu’ya bağlı bir kaza merkezi olmuştur. Belediyelik olması 1885’tedir. İstanbul-Ankara yolu üzerinde bulunması sebebiyle, Balkanlardan, Kafkaslardan ve Anadolu’nun muhtelif yerlerinden gelen Türk ve akraba topluluklara mensup insanlarla nüfusu artmış ve süratle gelişmiştir[1].
Modern Düzce’ye ait sağlıklı bilgiler 1871, 1893 ve 1899 tarihli Kastamonu Vilâyet Sâlnâmelerinde bulunmaktadır. 1847-1918 tarihleri arasında 68 cilt devlet sâlnâmesi yayınlanmıştır. Vilâyet sâlnâmeleri de 1868’ten itibaren yayınlanmaya başlanmış olup, ilki 1868 tarihli Bosna, sonuncusu da 1922 tarihli Bolu Livası Sâlnâmesidir[2].
1. 1899 Tarihli Sâlnâmeye Göre Kastamonu Vilâyeti:
Anadolu’nun kuzeyindeki vilâyetlerden biri olan Kastamonu; adaşı olan Kastamonu, Bolu, Sinop, Çankırı sancaklarından ibaret 4 livaya, bu livalar da, aşağıdaki taksimatta görüleceği üzere, 21 kaza ve 27 nahiyeye ayrılmıştır.

Kastamonu vilâyeti kuzey doğudan güney batıya doğru düz bir çizgi üzerinde, uzunluğu 460 km (84 saatlik) ve kuzey batıdan güney doğuya doğru, yine düz bir çizgi üzerinde genişliğine 180 km (28 saatlik) uzunluğunda olup, doğusu Sivas ve Trabzon, güneybatısı Ankara ve Bursa vilâyetleriyle, batısı İzmit sancağı ile ve kuzeyi de Karadeniz ile sınırlıdır.
Her saniye geçtikçe bizden uzaklaşan mazinin ne olduğu hakkında sorulan sorular tarihin sayfalarına göz atıldığında -bugün Kastamonu adıyla yad olunan bu vilâyet- “Paflogonya” namı altında görülüyor ve topluca sunulan aşağıdaki bilgilerden çıkarılıyor:
Bu toprak, o zaman doğuda Kızılırmak ile - şimdiki Canik sancağı beri tarafta kalmak üzere- Trabzon vilâyeti, batıda Filyos ve Bolu çaylarıyla, güneyde “Galatya” yani “Ankara” vilâyeti ve kuzeyinde Karadeniz ile çevriliydi.
Bugün Bartın kazasında bir nahiye merkezi olan “Amasra” da bu kıtanın büyük şehirlerindendi.
Meşhur Makedonyalı İskender, İran’ı, Mısır ile Hindistan ve Türkistan’ı egemenliği altına aldığı sırada bu kıtanın bazı taraflarını da yönetimi altına geçirmişse de, tamamını zapt ettiği memleketler sayısına katamamıştır. Dünyayı ele geçirme azmini fiiliyata geçirmek için ömrü yetmeyen İskender’in Milattan 323 sene önce -33 yaşında olduğu halde- vefat etmesi üzerine ülkeleri bir takım prenslikler elinde kaldığı sırada “Paflogonya” da bütünüyle tam bir bağımsız hükümet şeklini kazanmıştı. Paflogonya’nın en tanınmış hükümdarlarından olup, M.Ö. 121 tarihinde ölen 2. “Pilman”, mülkünü Pont yahut “Pontus” kıtası Lazistan ve Trabzon sancaklarından ibaret idi. Hükümdarı 7. Mihrdat’a terk etmişse de, o zaman Bursa, Ertuğrul (Bilecik), İzmit sancaklarıyla Bolu’nun batısının yarısında hükümet eden “Bitinya” hükümdarlarından “Nikomid” in oğlu “Filmon”, Romalıların yardımıyla bu toprağın büyük kısmını ele geçirmiş ve M.Ö. 63 tarihinde öldüğünden Romalıların idaresi altına girmiştir.
Roma imparatorlarından Konstantin’in Hz. İsa’nın doğumundan 330 sene sonra İstanbul’u Doğu imparatorluğuna başkent edindiği zaman bu toprak “Pont” eyaletine katılmış, H. 443 (M. 1051) ten itibaren Anadolu’da ağırlığını hissettiren ve 1071 Malazgirt Zaferi’nden sonra Anadolu’da kurulan gazi devletlerden biri olan Türkiye Selçuklu Sultanlığı’nın yönetimine girmiştir.
Kastamonu’nun ne zaman İslâm yönetimi altına girmiş olduğunu belirlemeye incelemelerimiz yetmeyip, fakat Kastamonu’ya şeref veren kutsal yapılardan “Ata Bey Gazi” Cami-i şerifi –ki kurucusu olan Ata Bey merhumun Kastamonu’nun fatihi olduğu meşhur ve mütevatirdir- kapısı üzerinde H. 672 (M. 1273) tarihinde tamir edildiğinin yazılı olmasına bakarak, Kastamonu’nun adı geçen tarihten çok zaman önce İslâm yönetimi altına girmiş olduğu anlaşılır.
Selçuklu Devleti’nin inkıraza (çökmeye) yüz tuttuğu tarihten bir müddet sonra, yani H. 690 (M. 1291) tarihinde Kastamonu hakimi bulunan Şemsettin Bey bağımsızlığını ilân ederek, Anadolu’nun diğer kısımları gibi, burası da müstakil bir idare şeklini almıştır. O zamanki Kastamonu, Candaroğulları Beyliği, Kastamonu, Sinop, Kangırı (Çankırı) sancaklarından ibaretti.
Bu sülaleden Emir Şecaeddin, Adil Bey, Osmanlı tarihlerinde Kötürüm Bayezid namı ile geçen Bayezid Bey, İsfendiyar Bey, İbrahim Bey, İsmail Bey, Kızıl Ahmet Bey, 174 sene müddetle, sırasıyla Kastamonu’da beylik ettikten sonra, cennet mekân Gazi Fatih Sultan Mehmed Han hazretlerinin gönüllere ferahlık veren adaletli ve merhametli saltanatında, H. 864 (M. 1460) yılında Kastamonu vilâyeti doğrudan doğruya Osmanlı yönetimi altına girmekle şereflenmiştir[3].
1899 tarihli Kastamonu vilâyet sâlnâmesinde, Düzce’nin bağlı olduğu Bolu sancağı hakkında da özet bilgiler bulunmaktadır. Adı geçen sâlnâmeden öğrendiğimize göre Bolu sancağı, doğudan Kastamonu ve Çankırı sancaklarıyla, güneyden Ankara vilâyeti, batıdan İzmit sancağıyla, kuzeyden Karadeniz ile çevrili ve sınırlıdır. Yalnız güneybatı köşesinden ibaret olan Mudurnu kazası Sakarya ırmağı havzasından olup, diğer tarafları Filyos nehri havzasının batı kısmını teşkil eder. Sahillere yakın olan yerlerinde dahi diğer bir takım çaylar doğrudan doğruya Karadeniz’e dökülürler. Bunların en büyüğü Bartın çayıdır. Sancağın büyük bölümü dağlık olmakla beraber nehirlerin vadilerinde güzel ovalar ve münbit bayırları dahi vardır. Aladağ, güney yönünde Ankara vilâyetinin sınırını teşkil ederek, Bolu ovasına kadar eteklerini uzattığı gibi, Abas dağı dahi sancağı batı sınırından başlayarak Bolu çayının vadisi boyunca deniz kenarına kadar uzanmaktadır. Doğu tarafında Sürgün dağı dahi Bolu şehri vadisine kadar uzanarak, mezkur dağlar bir sac ayağı teşkil eder.
Kuzeydoğu cihetinde ise Zağferanbolu (Safranbolu) dağları ve deniz kıyısına yakın Sağrı dağı bulunur. Bolu kasabasının yanından akan ve Büyük Su namıyla bilinen nehir batıdan 8 saat uzakta bulunan Abant gölünden çıkarak ve Gökçe Su ve Sazak içinden geçerek bazı sularla birleştikten sonra Hamidiye kazasının merkezi olan Devrek kasabasının önünden geçip, ileride Yenice ve Tefen nehirleri ile Su Çatı namındaki mevkide birleşerek Perşembe, Çarşamba, Gölpazarı ve Hisarönü ortasından geçerek Filyos iskelesinden Karadeniz’e dökülür[4].
Bolu merkez kazasına gelince: Kastamonu’nun 200 km güneybatısında, Üsküdar’ın 210 km güneydoğusunda, Karadeniz sahilinden 50 km’lik mesafede olarak 58 derece 40 dakika 4 saniye kuzey enlemi ile 40 derece 11 dakika 29 saniye doğu boylamı arasında bulunmaktadır. Dağlarla çevrili bir ovada ve Büyük Su denilen nehrin yakınında kurulu olup, deniz seviyesinden 734 metre yüksekliği vardır.
Bolu kazası, doğudan Gerede ve Hamidiye (Devrek), batıdan Düzce ve Mudurnu, kuzeyden Ereğli kazaları, güneyden Mudurnu kazası ve Ankara vilâyetiyle sınırdaş ve Kastamonu’nun güney batısında 60 saat uzakta bulunmaktadır. Kasabanın dört tarafı bir saatten üç saate kadar her tarafı düz ve bu düzlüğün bittiği yerler dağlar ve yüksek bayırlarla çevrili ve kısmen bostan tarlaları ve ağaçlarla süslü olup, havası mutedil, suyu epeyce ve manzarası son derece hoştur.
Bolu kasabası geçmiş yüzyıllarda fevkalâde önemi, Küçük Asya (Anadolu) nın en önemli bir toprağının merkezi olma şerefini taşıyan Bitium ve daha sonra Kılodyopolis diye adlandırılmış mühim bir kasabadır ki, Osmanlı topraklarına katıldıktan sonra da Dersaadet (İstanbul)le Anadolu ve Irak kervan yolunun üzerinde bulunmak hasebiyle geçmişteki önemini kaybetmeyip, bir kat daha artırmış ve defalarca eyalet ve vilâyet merkezi olmuştur. Kasabanın içinde ve dışında birçok muazzez zatın özel kabirleri ve ziyaretgâhları olup, bu cümleden olmak üzere Bolu’ya bir buçuk saat mesafede, Abant sapağına yakın bir yerde, Halvetî tarikatının pîri Şaban Velî Hazretlerinin şeyhi Tokatlı Hayrettin Hazretleriyle civarında büyük yazarlardan İmam Kurtubî Hazretleri gömülü olup, Nakşîbendiye tarikatının önde gelenlerinden Bedreddin ve Aslahaddin ve Uğurlu nâib ve keza Nakşîbendiye tarikatının başta gelenlerinden olup, Diyarbakırlı demekle bilinen Şeyh Hacı Mustafa Safî Efendi ve Şeyh Mehmed Efendi, Şeyh Nasrullah Efendi kasaba içinde defnedilmişlerdir.
Bolu’da bir hükümet konağı ile Askerlik Dairesi, İdadi (Lise) Mektebi, Frengi ve Guraba Hastanesi, Cephane, Gazhane, Telgrafhane, Depo, Muvakkıthane, bir un fabrikası, 16 Debbağhane (Deri İşleme Atölyesi) vardır. Kârgir kule içinde memlekete mahsus bir büyük saat bulunur.
Kasabaya bir saat mesafede (Karaca Su’da) iki kaplıca olup, ikisinin dahi suları maden özelliklerini ihtiva eden ve gayet yararlı bulunmakla havuzları düz taşlarla tefriş edilmiş olup, bir kaçar odayı şamil, birer bina içinde bulunmaktadır. Bu sular içinde demir parçacıkları ile kükürt ve camiziye mevcut olup bir hayli hastalığa faydalıdır.
Bolu kazasında bir karakolhane, 210 cami ve mescit, 211 mektep, 16 medrese ve kütüphane, 23 tekke ve zaviye ve bir imaret, 2 kilise ve 647 dükkân, 13 fırın, 37 han, 8 hamam, 88 değirmen ve 5517 anbar ve samanlık bulunmakta idi.
19. yüzyılın son on yılında Bolu’da 4 cins buğday, arpa, karıklı ve kablıca adı verilen ince taneli sert buğday, mısır, çavdar, fi, purçak, yulaf, darı, mercimek, nohut, merdek ?, tütün, haşhaş, keten, kendir, ceviz, kiraz, dağ çileği, ahu dudu, elma, armut, erik ve her türlü sebze ve meyveden ibaret olup özellikle diğer yerlerdeki fındıktan farklı olarak bir nevi güzel fındık çıkar. Aynı tarihlerdeki sanayi ürünlerine gelince; yerli kırbası ve içeride sarf olunan aba, çorap gibi şeyler olup, her nevi kereste ve bakırdan karlık, çay ibriği ve sair ibrikler dahi imal olunur. Ticaretine gelince; Bolu’nun ticarî işlemleri daha önce zikredilen kereste üretimi ve nakliyatıyla tiftik, bazen afyon ihracatından, diğer işlemleri de iç pazarlarda alınıp verilen sıradan mallardan ibarettir. Bundan başka Osmanlı ülkesinin birçok yerlerinde yayılmış ve ülke ekonomisine büyük katkıları olmuş olan ipek kozalarından burada dahi tarımla uğraşanlar ve diğer toprak sahiplerinin yararlanmalarını sağlamak için hükümetçe teşviklerde bulunulması üzerine; Geyve ve Adapazarı taraflarından getirtilip, tahminen 40 dönüm (40.000 metre kare) arazi üzerine geçen yıl ve bu yıl 30.000 kadar tut fidanı dikilmekle, sahipleri tarafından böcek tohumu uyandırılarak gayret ve çabalarının ilk ürünü olmak üzere çokça koza üremeye başlamış ve bundan dolayı diğer arazi sahiplerinin de şevk ve istekleri uyanarak, Allah’ın yardımıyla, gelecek yıl birçok fidan daha dikileceği kuvvetle muhtemeldir. Ülkenin kalkınmasında başlıca servet kaynağı sayılan ipekçilik sanatından dahi ileride ülke ticaretinin genişleyeceği ümidi herkesçe şükran vesilesi olmaktadır[5].
2. Sâlnâmelerdeki Bilgilere Göre 19. Yüzyılın Son Çeyreğinde Düzce:
Düzce kazasının merkezi olan Düzce kasabası Kastamonu’nun güney batısında ve Bolu’nun batı yönünde bulunup, (atlı ve yaya olarak) Kastamonu’ya 69, Bolu’ya dokuz saat mesafededir. Düzce kazası doğusunda Bolu ve Ereğli ile, batısında Hendek ve Adapazarı ile, güneyinde Mudurnu ile ve kuzeyinde Karadeniz ve Ereğli ile sınırlıdır.
Düzce, çevresi dağ ve tepelerle kuşatılmış bir ovanın ortasında olup, kuruluşundan itibaren bir hayli mesken, dükkân ve diğer binalar inşa edilerek bir kasaba hüviyetine bürünmüş ve zaman geçtikçe büyümüştür. Düzce’nin kuzeyinde ve Melen nehrinin orta tarafında, bir saat mesafede yerleşik Üskübü kasabası bulunmakta, yeri itibariyle yüksek, havası pek güzel ve suları dahi lezzetli ve pek iyidir. Adı geçen Üskübü (Konuralp), bu tarihlerde 180 hane, aynı sayıda mağaza, dükkân ve kahvehaneden ibaret idi. Bolu-Düzce yolunun Akça Şehir (Akçakoca)’e kadar uzatılması kararlaştırıldıktan sonra Üskübü’nün her bakımdan bayındırlık kazanacağı muhakkaktır. Üskübü’yü Düzce’den ayıran Melen suyunun kuzey tarafında ve Düzce’ye doğru uzanan ovadaki tarlalar nadas edilirken, zaman zaman dörtgen ve sütun şeklinde resimli taşlar çıkması, adı geçen ovada eski bir şehrin, bir medeniyet merkezinin varlığı hakkındaki tarihî rivayeti doğrulamaktadır.
Düzce’nin batı yönünde, iki saat mesafede kurulu Çilimli kasabası ile etrafında bulunan köyler ahalisi daha çok tütün yetiştiriciliği ile geçimliklerini sağlamaktadırlar. Bundan ötürü Çilimli’de bir Tütün şirketi kurulmuştur. Kaza dahilinde, Düzce’ye dört saat mesafede Efteni gölü adında bir göl ve bu gölün bitişiğinde bir kaplıca vardır. Kaplıca sahipsiz kaldığından binası köhnedir ve onarıma muhtaç durumdadır.
Düzce’ye bağlı Akçaşehir nahiyesinin merkezi olan Akçaşehir, Karadeniz kıyısındadır, o yerlerin iskelesi konumundadır. Bir hayli ev, dükkân, mağaza, kahvehane vesaireyi içeren küçük bir kasaba olup iki mahalleden ibarettir. Havaların uygun zamanında her iki mahalle kıyısına gemiler yanaşabilirdi.
Yüz otuz köyden ibaret olan Düzce kazasında 140 cami ve mescit, 6 medrese, 3 tekke, 2 ortaokul, 158 ilkokul, 2 han, 2 hamam, 450 dükkân, 51 değirmen, 7 su hızarı, 2 hükümet konağı, 2 telgrafhane, 1 tersane ve 3 tekel yönetim dairesi vardı.
Düzce kazasından geçen akarsulardan büyük bentler vasıtasıyla tarlalar sulandığı ve su hızarları işlediği gibi, Asâr isimli akarsudan dahi bir bent ile kasaba içerisine su akıtılmaktadır. Melen diye bilinen akarsu Düzce’nin kuzeyinden batıya doğru akmakta, taştığında etrafında bulunan araziyi istilâ etmektedir. Düzce kazası dâhilinde Aksu, Uğur Suyu adlarıyla iki ufak nehir akmakta olup her ikisi de Efteni Gölü’ne munsab olarak bu gölden de Büyük Melen namıyla doğan ve Kandıra ve Düzce hududunu ayıran Melen ağzı mevkiinde Karadeniz’e karışır, ilk baharda adı geçen nehir vasıtasıyla kereste salları nakledilir. O tarihlerde Düzce’de buğday, arpa, mısır, pirinç, darı, çavdar, purçak, yulaf, ince taneli buğday, ceviz, meyveler ve her türlü tahıl ve çok miktarda tütün yetiştirilmekteydi. Ticarî hayata gelince, her yıl tahminen 200.000 kıyye tütün (1 kıyye= 1 okka = 1.283 kg hesabıyla 1283x200.000= 256.6 ton) ile 150.000 kile (1 kile = 2 büyük teneke, dolayısıyla ortalama 35 ila 40 kilogram hesabıyla 5 ila 6.000 ton) zahire yani tahıl ihraç ediliyordu[6].
1893 tarihli sâlnâmeden öğrendiğimize göre Düzce’de Efton Dere, Efton Ağzı, Akkaya, Beyviran, Kara, Kızılca kilise, Tahirli, Bakraz, Gümüşâbat, Melen Deresi, Darı Yeri ve Efton adlarında 13 parça orman olup; ağaçları kestane, meşe, gürgen, ıhlamur, kara ve sarı çam ağaçlarından ibarettir. Bu ormanların bazısından kereste kesilmekte ve imal edilip Akça Şehir ve Melen Ağzı iskelelerine nakledilirdi[7]. 1899 tarihli Kastamonu vilâyet sâlnâmesinde Düzce’deki ormanlar ve bunlarla ilgili kısa bilgiler bulunmaktadır. Başlıca ormanlar Efteni, Develi, Derdin, Darı Yeri, Melen dere, Çilimli, Gümüşâbât (Gümüşova), Dokuz Doruk dağı, Karak, Tahirli, Efton ve Akkaya adlarını taşımaktadır. Düzce kazasının hemen her tarafını orman kaplamıştır. Kıyılara yakın olan kısımları çokça yıkıma uğramıştır. Bu ormanları teşkil eden ağaç cinslerinin % 45’i kayın, % 20’si gürgen (istiriç), % 12’si meşe, % 3’ü çam ve köknar, % 7’si kestane ve kalan % 8’i ıhlamur, çimşir, karaağaç, kayacık, dışbudak, porsuk, defne, kızılağaç, filarya, muşmula (töngel), fındık, çınar, kocayemiş ve % 5’i de sair ağaçlardan ibarettir. Her sene beş altı bin metre küp kereste ve İstanbul için 130.000 çeki odun sevk olunur. Bunların yıllık geliri 3.000 liradan fazladır[8].
1871’de Kastamonu vilâyetine bağlı Düzce ilçesinin yöneticileri ve yönetim ve Davalar meclisi üyeleri aşağıdaki tabloda gösterilmektedir[9]

1871’de Düzce’de bulunan Genel Yardımlaşma Sandıkları vekillerinin isimleri ve sermayesinin miktarı: Hacı Abdurrahman Ağa, Ahmed Bey, Hacı Halil Efendi, Kâtip ve Sandık Emini Osman Efendi. Sermayesi: 40681 kuruş[10]. Aynı tarihte Düzce Telgraf memuru Muhammed Efendi’dir[11]. Tersane-i Âmire kerestesi için Bolu sancağında bulunan memurlar arasında Düzce dağ memuru Eşref Ağa’nın ve Akçaşehir iskele memuru Muhammed Kalfa’nın isimleri geçmektedir[12]. Bolu’da bir yönetim ve inzibat altına alınan ormanların koruyuculuğuna tayin edilenler arasında, Düzce ormanları piyade koruyucusu Hacı Ali Ağa’nın bulunduğu görülmektedir[13].
1871 tarihli sâlnâmede vilâyet içerisinde bulunan ılıca ve kaplıcalar arasında Düzce’ye iki saat mesafede eski eserlerden, taş yapı içinde yıkılmaya yüz tutmuş kaplıcadan bahsedilmektedir[14].
1871 tarihi itibariyle Düzce’de; 62 dükkân, 1 hamam, 2 han, 212 Müslüman çocuklar için ilkokul, 4 cami ve mescit bulunmaktaydı[15]. Düzce’de iki sene zarfında yapılan bayındırlık eserleri olarak; 612 adet ağaç dikilmiş, 2 hamam, 7 köprü, 6 ilkokul, 1 minare, 4 cami tamir edilmiş, 5 dükkân, 2 han, 1 köprü, 1 telgrafhâne, 11 ilkokul ve 4 cami yeniden yapılmıştır[16].
1871 tarihli Kastamonu Vilâyet sâlnâmesinde Bolu sancağına tâbi Düzce ilçesinde 2890 Müslüman hânede 6673 Müslüman nüfus yaşamaktaydı. Aynı kayıtta Düzce’de Ermeni ve Rum nüfus gözükmemektedir[17].
1893 tarihli Kastamonu vilâyet sâlnâmesinde Düzce kazasında bulunan memurlar ve bunların ait oldukları kurumlar hakkında bir cetvel bulunmaktadır. Bu cetvele göre;
1. Düzce Kazası: Kaymakam Hüseyin Hüsnü Efendi, Nâib Ahmed Aziz Efendi, Mal Müdürü Agop Efendi, Müftü Hüseyin Zühdî Efendi ve Tahrirat kâtibi Ahmed Rif’at Efendi
İdare Meclisi: Reis: Kaymakam Efendi, Doğal Üyeler: Nâib Efendi, Mal Müdürü Efendi, Müftü Efendi. Seçilmiş Üyeler: Hacı Mehmed Efendi, Hacı Halil Ağa, Çerkez İbrahim Efendi, Kocabaşzâde Mehmed Ağa. Kâtip: Ahmed Rif’at Efendi
Bidayet (Asliye Hukuk) Mahkemesi: Reis: Nâib Efendi, Üyeler: Osman Efendi, Kuyumcu Hacı Ali Efendi, Birinci Kâtip Salih Efendi, İkinci Kâtip Şekîb Efendi, Mustantık (Sorgu Hâkimi) yardımcısı Mehmed Tahir Efendi, Şer’iyye Mahkemesi kâtibi Emrullah Efendi, Sözleşmeler muharriri Mehmed Tevfik Efendi
Nüfus Kalemi: memur İbrahim Hilmi Efendi ve kâtip Ahmed Efendi
2. Belediye Dairesi: Reis Hacı İshak Bey, İstanbul’da Istabl-ı Âmire’den gelme, 6 Şaban 1294 (1876)’te göreve başlamış, 18 Zilhicce 1294 (1876) tarihli Üçüncü Osmanî, 19 Şevval 1293 (1875) tarihli Beşinci Mecîdî gümüş ve iftihar madalyalarına sahiptir.
Belediye Dairesi üyeleri olarak da: Küçük Alizâde Mehmed Ağa, Anteplizâde Mehmed Efendi, Hacı Rıza Bey, Hamdi Bey, Selim Ağazâde Nuri Efendi ile Kâtip ve sandık emini Ebkâr Efendi zikredilmektedir.
3. Orman İdaresi: Süvari memuru İshak Bey, Melen tezkere muharriri Neşet Efendi, Akça Şehir tezkere muharriri Hüseyin Efendi, Akkaya tezkere muharriri Mehmed Efendi
4. Ziraat Bankası Şubesi: Reis: Anteplizâde Mehmed Cemalî Efendi, muhasebe kâtibi: Yusuf Celaleddin Efendi, Üyeler: Rıza Efendi, Kocabaşzâde Mehmed Ağa, Kasapzâde Mehmed Efendi
5. Maarif Meclisi: Reis: Müftü Efendi, Üyeler: Nâib Ahmed Aziz Efendi, Kasapzâde Mehmed Efendi, Kuyumcu Hacı Ali Efendi, Kâtip: Mehmed Cemalî Efendi
6. Ticaret ve Ziraat Odası: Reis: Kaymakam Bey, Üyeler: Kürtzâde Mustafa Efendi, Küçükzâde Yusuf Efendi ve Kâtip: Ahmed Rif’at Efendi
7. Bazı Memurlar:
a. Sandık Emini Mustafa Ziya Bey
b. Tapu Kâtibi Hacı Mustafa Efendi
c. Telgraf ve Posta Memuru Faik Efendi
d. Zabıta memuru Arslan Bey
e. Tekel memuru Karnik
f. Tekel Muhafaza Müfettişi Elbus Bey
8. Rüştiye Mektebi (Ortaokul): Muallim-i evvel: Mehmed Nazım Efendi, Rik’a (güzel yazının bir çeşidi) muallimi: Zekeriya Efendi, öğrenci sayısı: 55.
9. Akça Şehir Nahiyesi: Müdür: Mahmud Rıza Bey, Vekil Ali Efendi, Kâtip Mehmed Efendi, Sandık Emini Mustafa Münib Efendi, Tapu Kâtibi Mehmed Efendi
10. Akça Şehir Belediye Meclisi: Reis: Ahmed Zühdî Efendi, Üyeler: Mehmed Efendi, Mehmed Fevzi Efendi, Ali Efendi, Mehmed Hüsnî Efendi, Kâtip ve Sandık Emini: Mehmed Efendi
11. Akça Şehir’de Bazı Memurlar: Duyûn-ı Umumiye memuru: Mehmed Ruhî Efendi, Karantina memuru Mehmed Efendi, Rûsûmat memuru Salih Efendi, Kereste memuru Yüzbaşı Servet Efendi, Liman Reisi Mehmed Efendi, Tekel memuru Apostol.
12. Akça Şehir Rüştiye Mektebi: Muallim Halil Hulûsi Efendi, Sülüs (güzel yazının bir çeşidi) muallimi Hacı Durmuş Efendi, öğrenci sayısı: 35[18].
1899 tarihli Kastamonu Vilâyet Sâlnâmesinde Düzce kazası sivil ve asker memurları ile kazanın nüfus dağılımı yer almaktadır. Buna göre:
1. Kaymakamlık: Kaymakam: Süleyman Hıfzî Efendi, 9 Şaban 1892’de Saniye rütbesini, 16 Safer 1894’te Dördüncü dereceden Osmanî nişanını almıştır. Nâib: Mehmed Rüştî Efendi, Mal Müdürü: Ahmed Rif’at Bey, Müftü: Ahmed Şevki Efendi.
2. İdare Meclisi: Reis: Kaymakam Bey, Tabii Üyeler: Nâib Efendi, Mal Müdürü Bey, Müftü Efendi, Seçilmiş Üyeler: Halit Efendi, Hüseyin Bey, Hacı Mehmed Ali Ağa, münhal, Tahrirat Kâtibi: Mehmet Âkif Efendi.
3. Bidayet Mahkemesi: Reis: Nâib Efendi, Üyeler: Şakir Efendi, Hacı Rıza Efendi, Ali Osman Efendi, Mustafa Efendi, Kâtib-i Evvel: Kâmil Efendi, Kâtib-i sani: Halil Rahmi Efendi, Sorgu Hakimi Yardımcısı: Tahir Efendi, Sözleşmeler yazıcısı: Mehmed Tevfik Efendi, Mahkeme-i Şer’iyye Kâtibi: Emrullah Efendi, Eytam Müdürü: İsmail Efendi
4. Mal Kalemi: Mal Müdürü: Ahmed Rif’at Efendi, Yardımcısı: Ferhat Sırrı Efendi, Refiki: Ali Şefik Efendi, Sandık Emini: Ahmed Rif’at Efendi
5. Nüfus Kalemi: memur: Hacı Mehmed Efendi, kâtip: Mustafa Efendi.
6. Orman İdaresi: Süvari memuru: Hacı İshak Bey, Piyade korucusu: Hacı Ali Bey, Ondalık memuru: Ahmed Hilmi Efendi, Melen Ondalık memuru: Mehmed Raif Efendi, Piyade korucusu: Ahmed Ağa, Akça Şehir birinci sınıf Piyade korucusu: Hüsnü Efendi, Akça Şehir ikinci sınıf Piyade korucusu: Hasan Ağa, Akça Şehir Tezkere yazıcısı: Hüseyin Efendi, Akaya ondalık memuru: Mehmed Efendi
7. Belediye Meclisi: Reis: Hacı Mahmud Ağa, Üyeler: Kasapzâde Mehmed Efendi, Hacı Ali Efendi, Kocabaşzâde Osman Efendi, kâtip ve sandık emini: Arapkirlizâde Ziya Bey
8. Ziraat Bankası Muhasebe Sandığı: Reis: Hacı Rıza Efendi, Muhasebe kâtibi: Yusuf Celalettin Efendi, Üyeler: Hacı Ali Efendi, Mehmed Efendi, Kürt Hasan Ağa
9. Maarif Meclisi: Reis: Hacı İshak Bey: 6 Şaban 1876 tarihli Istabl-ı Âmire, 18 Zilhicce 1877 tarihli üçüncü Osmanî, 19 Şevval 1876 tarihli beşinci Mecidî iftihar ve gümüş madalyaları sahibidir. Üyeler: Hamdi Bey, Elhas Efendi, Mehmed Cemalî Efendi, Nuri Efendi, Ali Osman Efendi ve kâtip: Ferhat Efendi
10. Telgraf ve Posta Memurları: Telgraf ve Posta memuru: Yusuf Efendi, Çavuş: Davut Ağa, Çavuş: Tahir Ağa
11. Ticaret ve Ziraat Odası: Reis: Rıza Efendi, Üyeler: Ali Osman Efendi, Mehmed Efendii
12. Muhacir Komisyonu: Reis: Anteplizâde Mehmed Efendi, Üyeler: Ahmed Efendi, Ali Osman Efendi, kâtip: Ferhat Efendi
13. Tekel İdaresi: Müdür: Andon Tomalivas Efendi, muhasebeci: John Oramîdîs Cohen Efendi, muhasebeci yardımcısı ve sandık emini: Jan Tercman Efendi, Anbar memuru: Lacotopolu, Türkçe yazışmalar kâtibi: İsmail Hakkı Efendi, Dava Vekili: Salih Sabit Efendi, Ziraat kâtibi: İbrahim Hilmi Efendi
14. Ziraat Kalemi: Ziraat kâtibi: Ömer Lütfü Efendi, Tahrir memuru: Yorgi Efendi, Tahrir memuru: Mehmed Zebur Efendi, Tahrir memuru: Agop Efendi
15. Muhafaza Kalemi: Süvari Kolbaşısı: Şevket Bey, Dokuz adet süvari kolcusu, Piyade Kolbaşısı: Hasan Efendi, üç adet piyade kolcusu
16. Çilimli Tekel İdaresi: Memur: Apostol Aynalı Efendi, Anbar memuru: Markidis Efendi, Tahrir memuru: Ferhat Efendi, Tahrir memuru: Afestimyâdi ve iki süvari kolcusu
17. Bazı Memurlar: Tapu kâtibi: Hasan Efendi, Zabıta memuru: Arslan Bey
18. Ortaokul: Birinci Öğretmen: Nâzım Efendi, İkinci Öğretmen: Hacı Hüseyin Efendi, Rik’a muallimi: Zekeriya Efendi, öğrenci sayısı: 91.
19. İlkokullar: Birinci Öğretmen: Kâmil Efendi, İkinci Öğretmen: Hafız Raşit Efendi, Kapıcı: Hamit Ağa, öğrenci sayısı: 100, öğretmen: Hacı Yakup Efendi
20. Akça Şehir Nahiyesi: Müdür: Mehmed Tal’at Efendi, Nâib: Kâmil Efendi, Sandık Emini: Hamdi Efendi, Zabıta memuru: İzzet Bey, kâtip: Mehmed Kâmil Efendi, Tapu kâtibi: Mehmed Fevzî Efendi, Vergi kâtibi: İsmail Efendi
21. Akça Şehir Belediye Meclisi: Reis: Sürmeneli Mehmed Efendi, Üyeler: Mehmed Efendi, Mehmed Fevzî Efendi, Ali Efendi, Mehmed Hüsnü Efendi, kâtip ve sandık emini: Mehmed Efendi
22. Akça Şehir’de Bazı Memurlar: Kereste memuru: Yüzbaşı Servet Efendi, Liman Reisi: Mehmed Efendi, Karantina memuru, Mehmed Efendi, Telgraf memuru, Kâmil Efendi, Rüsumat memuru: Salih Efendi, Duyûn-ı Umumiye memuru: Mehmed Ruhi Efendi, Tekel memuru: İslikîdi Efendi
23. Akça Şehir Orta Okulu: Muallim Halil Hulusi Efendi, Sülüs Muallimi: Hafız Mehmed Efendi, öğrenci sayısı: 26.


